Milattan önce 402 yılıydı...
İleride dünya düşünce tarihini yönlendirecek
olan Platon (Eflatun), her yaz gününde olduğu gibi o sabah da yaşlı hocasının
denize bakan eyvanına yaklaştı.
İçinde kıpır kıpır hisler vardı ve yanına girince ona heyecanla sordu:
"Üstat
Sokrates!.. Şu Protagoras'ın sizin hakkınızda söylediklerini duymak ister
misiniz?" Platon henüz 25 yaşındaydı ve hem zeki, hem çalışkan bir öğrenciydi.
Yaşlı Sokrates ona bir ders vermek gerektiğini düşündü ve
"Dur Platon, söyleme!.
Onu duymak istemem için önce senin sözlerini üçlü filtreden geçirelim!" dedi.
Platon şaşırmıştı,
"Üçlü filtre mi üstat!.. O da nedir?"
Sokrates hiç istifini
bozmadı, sesine daha da şefkat katarak anlattı:
"Üçlü filtre evlat, söylenmesi
yahut kulak verilmesi gereken sözün geçirildiği üç süzgeç.
Şimdi sorayım sana,
"Senin bana nakledeceğin söz doğru mu?"
Platon biraz tereddüt etti, düşündü;
"Şey, üstat, bilmiyorum, ben sadece duydum; doğru olmayabilir!" "Yani sen bana
şimdi doğru olduğundan emin olmadığın bir sözü mü söyleyeceksin Platon!?..."
Platon biraz mahcup olmuştu.
Sokrates devam etti: "Peki!.. Bana söyleyeceğin şu
söz iyi mi?"
Platon yine başını eğip mırıldandı: "Galiba değil üstat, yok yok,
iyi değil, hatta belki kötü bile!.." "Evladım, şimdi sen bana hem iyi olmadığını
bildiğin, hem de doğru olduğunu bilmediğin bir sözü mü söyleyeceksin!?.." Platon
utanmıştı; "Bağışla beni üstat, hata ettim!" "Hayır, hayır Platon!.. Söylemek
istediğin söz belki üçüncü filtreden geçer, o vakit söylersin. "Peki üçüncü
filtre nedir üstat?"
"Şu söyleyeceğin söz yararlı bir söz mü?"
Platon o günden
sonra iki ay utancından hocasının derslerine katılamadı. Hocasının doğum
gününde, eline bir hediye alıp derse gitti. Sonra hiç bu bahis olmamış gibi
devam ettiler. Sonraki yıllarda Platon hocasının her doğum gününde ona bir
hediye alarak kendini affettirmeye çalıştı.
Yıllardan 399 idi. Sokrates artık evine kapanmış, ders veremez olmuştu.
Platon hocasının doğum gününde ona yine kıymetli bir hediye göndermek istedi.
Devrinin en ünlü heykeltıraşını çağırıp tembih etti: Bana iki hafta içinde, üç
altın heykel yap. Her biri birer karış boyundaki bu heykeller benim anlam ve söz
üzerine yürüttüğüm fikirlerimi sembolize etsin ve aralarındaki farkı yalnızca
sen ve ben bilelim. Adam siparişi zamanında teslim etti. Platon da hediyeleri
paketletip yaşlı hocasına gönderdi. Sokrates hediyeyi alınca şaşırdı. Önce hane
halkını, sonra dostlarını çağırıp sordu: "Eğer üçü de aynı ise Platon neden üç
heykel birden göndersin ki?!" Merak herkesi sarmıştı. Önce heykelleri tartmak
geldi akıllarını. Hayret, gramı gramına aynı idi. Sonra heykeltıraşları davet
ettiler: Onlar da "Bu heykeltıraşa gıptalar olsun, birbirinin aynısı üç heykeli
nasıl yapabilmiş!" demekten öte geçmediler. Sonra estetisyenleri, filozofları,
din adamlarını çağırıp durdular. Hiç kimse bir cevap veremiyordu. Atina bu
heykellerin haberiyle çalkanıyor, herkes farkı merak ediyordu.
Nihayet
İyonya'dan zeki bir gencin şehre geldiğini haber verdiler.
Sokrates onu da
çağırttırıp heykelleri gösterdi.
On beşindeki bu delikanlı baktı, baktı ve "Bana
ince, çok ince bir tel getirebilir misiniz?" diye sordu. Hemen getirdiler. Teli
aldı, heykellerden birinin kulağına soktu. Herkes meraktaydı. Nefesler kesildi.
Sonra bir uğultu...
Tel, heykelin ağzından çıkmıştı.
Genç teli çıkarıp ikinci
heykelin kulağına soktu. Hayret!..
Bu sefer tel heykelin diğer kulağından
çıkmıştı.
Sıra üçüncü heykele gelince meraklar arttı, nefesler tutuldu ve
delikanlı ağır ağır işini yaptı. Ama nafile!.. Belli bir mesafeden sonra tel
ilerlemiyordu.
Zorlasa da tel aynı yerde duruyordu. Delikanlı teli çıkardı ve
heykelin içine uzanan mesafeyi dışından ölçtü.
Tel heykelin kalbine kadar
gidiyor, orada kalıyordu.
Sonra şöyle dedi:
"Bu heykelleri her kim tasarladıysa size bir şeyler söylemek istemiş. Çünkü
birinci heykel her duyduğunu dillendiren boşboğazları yeriyor. İkinci heykel
öğüt dinlemeyen, bir kulağından girip diğerinden çıkan insanları anlatıyor.
Bilge üstat Sokrates!.. Bu iki hediye sizin için değil. Ama üçüncüsü size
layıktır. Çünkü 'Kulağından gireni kalbinde saklayan makbul adamdır!' demek
istiyor."
Herkes gibi Sokrates de bu gencin ferasetine ve bilgeliğine hayran kalmıştı.
Onu ödüllendirmek istedi ve mükâfat olarak kendisinden ne istediğini sordu.
Gencin cevabı net: "Bana ödül olarak bu heykelleri yapan adamın adresini verin
kâfidir!" Sokrates onu Eflatun'a göndermek üzere bir tavsiye mektubu yazmak için
mürekkep istediği sırada sordu:
"Senin adın ne evladım?"
"Aristoteles efendim, benim adım Aristoteles!.."
O gün, Sokrates, öğrencisi Platon'u affettiği gibi onu yetiştirmiş olmaktan
da gurur duydu?!..
İskender Pala-Bilgeler Arasında / 13.03.2012
(http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1258023&title=bilgeler-arasinda)
|
14 Mart 2012 Çarşamba
Kulağından Gireni Kalbinde Saklayan Makbul Adamdır!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.